Son günlerde medyayı sarsan bir olay, hem toplumda büyük bir infiale yol açtı hem de kadın cinayetlerinin ne denli acı bir gerçek olduğunu bir kez daha gözler önüne serdi. Adana'da meydana gelen bu trajik olayda, hamile eşiyle yaşadığı evde, korkunç bir cinayet işlendi. Koca, eşini öldürdükten sonra cesediyle on gün boyunca yaşadığı evde kaldı.
Olay, Adana'nın merkezinde bulunan bir apartmanda gerçekleşti. Mahalle sakinleri, evden gelen kötü kokular üzerine durumu polise bildirdi. Olay yerine giden güvenlik güçleri, 29 yaşındaki koca İ.A.'yı gözaltına aldığında, evin içinde korkunç bir manzara ile karşılaştı. 25 yaşındaki hamile eşinin cesedi, evin bir köşesinde terkedilmiş halde bulundu. Vahşi cinayetin neden yapıldığı, İ.A.’nın ruh hali ve evde yaşananların ayrıntıları ile toplumun belleğine kazınacak nitelikte bir hikaye ortaya çıktı.
İlk belirlemelere göre, cinayet ihanet ve şiddet motive edici unsurların bir birleşimi olarak değerlendiriliyor. İ.A’nın, geçmişte eşine karşı psikolojik baskı uyguladığı ve bu durumu kabullenemediği iddiaları, soruşturmanın temel unsurlarından biri haline geldi. Olayın ardından, İ.A. tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu cinayet, sadece bir kadının hayatını değil, aynı zamanda bir aileyi de yerle bir etti.
Bu olay, kadın cinayetlerine karşı yürütülen mücadelede bir kez daha acı bir hatırlatmada bulundu. Kadın hakları aktivistleri, bu tür olayların artış göstermesi üzerine çeşitli tepkiler gösterdi. Sokaklarda düzenledikleri eylemlerle, "Artık yeter!" diyerek seslerini duyurmak isteyen kadınlar, Hükümet'ten ve toplumsal dinamiklerden daha fazla destek talep etmeye başladı.
Birçok uzman, kadına yönelik şiddetin önlenmesi için toplumsal farkındalığın artırılması gerektiğini savunurken, yasaların da yeterince caydırıcı olmadığını vurguluyor. Geçmişte yaşanan benzer cinayetlerin ardından alınan önlemlerin yetersiz kaldığının altını çizen aktivistler, bu tür vahşetlerin önüne geçilmesi için daha ciddi adımlar atılması gerektiği konusunda hemfikir. Her geçen gün artan kadın cinayetleri, toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmadığı müddetçe devam edeceğinin bir göstergesi olarak kabul ediliyor.
Bu olayın yanı sıra, medyanın da bu tür vakaları nasıl ele aldığı konusunda eleştiriler yapılıyor. Özellikle kadına yönelik şiddetin bir "skandal haberi" olarak sunum şekli, vakaların kurbanlarını daha da yaralayan bir unsur haline getirilmekte. Medya organlarının, bu tür haberlere yaklaşımını değiştirmesi, sorunları daha görünür kılacak ve kitlelerin farkındalığını artıracaktır.
Sonuç olarak, bu korkunç cinayet, sadece bir bireyin trajik sonunu değil, aynı zamanda bir toplumun yüzleşmesi gereken acı bir gerçeği de simgeliyor. Kadın cinayetlerine karşı verilmesi gereken mücadelenin, sadece yasal tedbirlerle sınırlı kalmaması, toplum olarak da bir araya gelinerek, farkındalık oluşturma yönünde atılan adımlarla desteklenmesi gerekiyor. Çünkü her bir kadın, yaşamayı, sevilmeyi ve korunmayı hakkeden bir bireydir. Şiddet ve cinayetler son bulmadığı sürece, bu konuda mücadele devam edecektir.